İşini bitirdikten sonra salondaki bir koltuğa uzanmıştı. Yorgun olduğu için hemen uykuya daldı. Rüya dünyasının sahteliğiyle kucaklaştı. Birkaç saat geçtikten sonra yemek saati gelmişti. Aile bireylerinin her birinin karnı zil çalıyordu. Ailesi yanı başında babanın uyanmasını bekliyor, içlerinden iyi dileklerde bulunuyorlardı. Biri kız diğeri erkek iki çocukları vardı. Erkek olan kız olandan yaşça daha büyüktü, saçları açık kahverengi ve dalgalıydı. Gözleri masmavi bir okyanusu andırıyordu. Kız kardeşine epey düşkündü; yanından ayrılmaz, vakitli vakitsiz sarılırdı. Kızın bundan hoşlandığı sevgi dolu bakışlarından anlaşılıyordu. Sırma saçları, rengiyle Güneş’i andırıyordu. Suratı unutulamayacak kadar kusursuz, yaşıtlarından farklıydı. Erkekten biraz daha tatlı olduğu söylenebilirdi. Babalarına sorsanız onları asla ama asla ayırt etmez, sevgisini eşit pay ederdi. Birini diğerinden ayırt edebilecek bir özellik de olmamalıydı zaten küçük yaşlarda. Her çocuk ailesinden gördüğünü içinden gelen güdülerle harmanlıyor, öyle davranıyordu. Küçük yaşta iyi bir eğitim verilmesi de gerekliydi tabi. İleride düşüncelerine temel olacak ilkeleri erkenden edinmeliydiler. İyi bir baba figürüne her zaman ihtiyaç vardı. Şanslılardı ki böyle bir insan hayatlarında zaten vardı. Babaları iyi bir adamdı, ailesine karşı ilgili, çevresince sözüne güvenilen biriydi. Doğruyla yanlışı ayırt edebilecek kadar tecrübeliydi. O da diğerleri gibi ara sıra duygularına yenik düşebilen biriydi. Herkes öyle değil miydi zaten. Duygularımızın esiri, fikirlerimizi danışacağımız bir yer olarak görmez miydik? Kim fikirlerini öne koymayı başarabilip, yetkin bir şekilde veda etmişti bu dünyaya… İnsanoğlu duygularına kulak asmak zorundaydı. İnsanın doğasında vardı bu, kalplerinin sesine kulak vermemeyi beceremezlerdi.Karısı üçüncü çocuklarına hamileydi. Bir an önce kocasına haber vermeye can atıyordu. Aklına ilk hamile olduğunda ki haberi vermesinin ardından duyduğu sevinci getiriyordu. Yine çok mutlu olacak ve onu öpücüklere boğacaktı. Cinsiyeti daha belli değil ancak odasının rengi belliydi. Annesi aklında tüm ayrıntıları kurmuş ve bir bütünde yerlerine yerleştirmişti. Anne olmanın verdiği heyecanı hala kaybetmemiş, 30 yaşlarında zarif bir hanımefendiydi. Ne zaman ne konuşulacağını, hangi kelimeyi hangi anlamında kullanacağını bilecek kadar zekiydi. Zaten kocası da ona bu yüzden âşık olmuştu ya. Zekasına hayran olduğunu fırsat bulduğu her anda dile getiriyor, bunu gururlu bir ses tonuyla söylüyordu. Eşini övmekten asla çekinmiyordu çünkü biliyordu ki o söylenilen bütün bu iltifatlara layıktı. Sevgi dolu olan ailenin temellerinden biri de anneye aitti. Anne zaman zaman bazı işlerinden fedakârlık ediyordu. Tabi gözünde çocuklarının yerleri apayrıydı. Onlar bu ailenin en somut mutluluk kaynaklarıydı. Ailenin bilmediği şey ise babanın bir daha aralarında olamayacağıydı. Uzun zamandır iş esnasında ara sıra kalbi sıkışıyor, bunu kimseye belli etmiyordu. Doktorlara olan inancını hayati bir hata sonrası kaybetmişti. Annesi erken yaşta hayata gözlerini yummuştu. O ise bu nedenden, biraz da inadından doktora gitmek istememişti hiçbir zaman. Artık bedeni iflas etmiş, kalbi durmuştu. Kaskatı kesilmişti vücudu. Yorgunluktan sanılıp bedenine hiç dokunulmamış, bir köşede dinlenmesine izin verilmişti. Ona sorulsaydı bu vakitte ölmeyi hiç istemezdi. Doğacak çocuğunu hiç göremeyecek olması onu fazlaca hüzünlendirirdi. Bir can daha ailelerine katılacak, eve yeni bir neşe kaynağı girecekti. Babanın işi zordu; bir inşaatta amelelik yapıyor, ailesinden başkasını düşünemiyordu. Bunu her halinden belli eder, duygularını saklayamazdı. Ayrıca saf bir adamdı, arkadaşları onu sık sık kandırır, parasına konarlardı -Bir şey ısmarlatma yoluyla veyahut borç verdirerek-. Hiçbir zaman akıllanamadı çünkü akıllanmak istemiyordu. İnsanların içinde bir iyilik yattığına inanıyor, her şerden bir hayır çıkarıyordu. Kim bilebilirdi ki insanoğlunun bu kadar aşağılık işlere bulaşabileceğini. Kendi yüreklerini tereddüt dahi etmeden kirletebileceklerini. Tanrı tüm bu olanlara neden izin veriyor bilinmez. O her şeyi Tanrıya atfediyor, iyiyi ummayı elden bırakmıyordu. Tanrının kudreti sonsuzken insanların kibirlenmeleri neden durmazdı? Her fikri bir kalıba uydurmaya çalışır, uymazsa saçma diye nitelerlerdi. Bilinen şu ki çok konuşanın her zaman çok bilmediğiydi. Konuştuklarına dikkat etmeli, dile getirirken uygun bir üslup kullanmaya çalışılmalıydı.Ebeveynlerin şefkati çocuklarına karşı sonsuzdu. Ne kadar yaramazlık, şımarıklık yaparlarsa yapsınlar bu değişmezdi. Erkek çocuk ileride itfaiyeci olmaya hevesleniyor, insanlara faydasının dokunmasını istiyordu. Kız ise ressam olup tahayyül edebildiği her şeyi kâğıda işlemek istiyordu. Hayaller bambaşka gerçeklik aynıydı. İkisi de hayatlarının bir bölümünde bunlardan vazgeçecek ve başka uğraşlara yöneleceklerdi. Çünkü çocuklukta olan çocuklukta kalırdı aynı duyulan mutluluk gibi… Başlarında bir babanın olmasının mutluluğuyla dilediğince hayal kurabiliyorlardı. Babanın ise uyanması gereken saat gelmiş, anne onu uyandırmaya çalışıyordu. Kulağına sessizce ismini zikrediyordu. Baba, dediklerine hiçbir tepki vermeyince birkaç kere daha denedi şansını sonra bir şeyler olduğunun farkına vardı ve ambulansı çağırdı. Bir süre sonra ambulans geldi, ilk müdahale başladı. Birkaç dakikanın ardından ilk yardım ekibi durumun farkına varmıştı. Baba çoktan hayata gözlerinin yummuş, huzura kavuşmuştu. Bunu dile getirebilecek kadar cesareti olmayan görevli, diğerine bir şeyler fısıldadıktan sonra onu aileyle baş başa bıraktı. Babanın vefat ettiğini, yapabilecekleri bir şey olmadığını söyledi. Anne dizlerinin üzerine kapaklandı. Çocuklar ise durumun ciddiyetinin hala kavrayamamışlardı. İlk yardım personelinin yüzüne bakıyorlar, bu durumla nasıl başa çıkacaklarının anlamaya çalışıyorlardı. Baba ölmüştü; ardında vefalı bir eş, dünyalar tatlısı iki çocuk bırakmıştı. Artık dünya da yalnız başınaydılar. Evin otorite figürü kaybolmuş, anne feryat figan yerlerde sürünür olmuştu. Ölüm kesindi, ne zaman gerçekleşeceği belli olmaz, vakti tahmin edilemezdi ancak çocukların bunu anlayabilecek yaşanmışlıkları yoktu. Onlar bu yaşlarına kadar yalnızca oyun oynamayı ve az buçuk ders çalışmayı öğrenmişlerdi. Ölüm onlar için bir anlam ifade etmiyordu. Yalnızca babalarıyla birlikte bir daha vakit geçiremeyeceklerini düşündüler ve uykuya daldılar. Anneleri ise Tanrıya yakınmaya devam etti, ancak birkaç saat sonra acısını içine atabildi. Ardından koskoca bir ev sessizliğe büründü…
Yazar olmak için kaydolabilirsiniz. Yeni Gönderi Oluştur
Cümleleri ve içeriğiyle gerçekten müthiş bir yazı,tebrikler!