Bu kez kararlıydı gidip konuşacaktı, dünyanın sonu değildi ya en kötü ihtimal işten çıkarılırdı ama ne olursa olsundu çok sıkılmıştı, uyumadığı halde gün içinde karabasanlar görmekten yorulmuştu. Mutlaka tatile çıkmalı, biraz kafa dinleyip kendini toparlamalıydı.
Ani bir hareketle koltuğundan kalktı herkesin onu izlediğinden habersiz ofisin kapısına doğru yürümeye başladı, kafasında patronuyla yapacağı konuşmayı tasarlamaya çalışıyor bir yandan da patronun vereceği tepkiyi düşünüyordu. Nerden çıkmıştı yıl ortasında izne ayrılma isteği ? biraz daha dayanamaz mıydı sanki ? Şurada yaza ne kalmıştı ki, ama içinde nedenini bilmediği birşey vardı mutlaka giymeliydi bir şeyler onu çağırıyordu.
Merdivenlere doğru yöneldi sonra geriledi asansörle çıkmaya karar verdi, asansörün aynasına baktı, birden irkildi yüzü bembeyazdı, saçları da epey dağılmıştı elleriyle yüzüne dokundu, sanki gerçek olup olmadığını kontrol eder gibi yokladı. Asansör dokuzuncu kata gelmişti onüçüncü katta inecekti, hızlı hareketlerle dağılmış siyah ve omuzlarına kadar dökülen saçlarını düzeltti ama yüzünün kanı çekilmiş beyazlığı ve gözaltlarındaki mor halkalar için yapabileceği bir şey yoktu. Asansörün onüçüncü kata geldiğini bildiren sesle kapı açıldı. Koridor boştu ayakkabılarının çıkardığı tok sesin dışında seste yoktu, uzun koridorun sonundaki odanın kapısına geldiğinde kapıyı tıklatmak için elini kaldırdı ve öylece kaldı. Gözünün önünde bir sahne belirmişti ardından görüntüler hızla akıp giden film şeridiydi sanki. Son sahnede irkildi, patronunu odanın ortasında kanlar içinde yatarken görmüştü, kendine geldiğinde elinin hala havada kapıyı çalmak için beklediğini gördü. Tereddüt ediyordu, ya gerçekten kapıyı açıp içeri girdiğinde aynı sahneyle karşılaşırsa, adamı birileri öldürüp kaçtıysa ve bu kapının ardında yerde kanlar içindeki cesedini bulursa…
Düşünceler kafasında oradan oraya savrulurken bir sesle yeniden irkildi.
− Carmen ne yapıyorsun orada öyle ?
Bu arkadaşlarından biriydi. Muhtemelen arşiv odasından çıkmış ve genç kadını öyle görünce kaygılanmıştı. Telaşla cevap verdi Carmenta :
− Hiç, hiç bir şey ! Aklımı kurcalayan bir sorun vardı dalmışım ama önemli bir şey değil merak etme. Diye cevap verdi aceleyle. Arkadaşı doğru söyleyip söylemediğini düşünüyordu Carmenta’nın cevabı onu tatmin etmeyecek kadar çelişkili gelmişti.
− Yardım edebileceğim bir şey var mı ? Diye sordu kaygı dolu ve samimi görünüyordu.
− Yo hayır teşekkür ederim.
− Pekala halletmem gereken işler var, şimdi gitmeliyim. Sorunun olduğunda bana güvenebileceğini senin için elimden geleni yapabileceğimi hatırlatmama gerek yok sanırım. Bu arada iyi görünmüyorsun izin alıp dinlenmelisin derim, görüşmek üzere.” dedi ve acelesi olduğu her halinden belli oluyordu merdivenlerden hızla inerek uzaklaştı.
Carmenta bu kısa diyalogun ardın kendini suçlu gibi hissediyordu yalan söylemişti, onu öylece kapıda gören ofisin sempatik çocuğuna yalan söylemişti. Bu normaldi aslında, uyanıkken kabus gördüğünü ve bunun kabus olmadığını düşünmekle kafasının meşgul olduğunu söyleyecek hali yoktu. Fakat sorun sadece bu değildi, gizlenmeye çalışan katil gibi telaşlanmıştı. Belki biran patronu acımasızca katledenin kendisi olduğunu düşünüp suçluluk hissetmişti. Koca göbekli, bodur denilebilecek kadar kısa olan adam yani patronu nasıl da iğrenç görünüyordu, gözleri yuvalarından çıkacak gibi bakıyordu boşluğa. Suratı kan içindeydi ve odayı leş gibi koku sarmıştı.
Yeter bu kadar zırvalık diyerek derin bir nefes aldı verdi ve istemsiz bir hareketle kapıyı tıklattı sonra içeri girdi. Gözleri telaşla tüm odayı taradı gerçekle hayal arasında gidip geliyordu ama her şey normaldi korktuğu gibi olmamıştı. Patronu, masasında gayet sağlıklı oturuyor Carmenta’ya neden buradasın işlerinle ilgilenmen gerekiyor seni aptal der gibi bakıyordu. Ayrıca ortalıkta pis denilebilecek türden koku falan da yoktu her şey yerli yerinde ve iyi görünüyordu, rahatladı tekrar derin nefes alıp verdi ama bu seferki rahatlama belirtisiydi.
***
Odanın kapısından dışarı adımını atar atmaz yüzü canlandı, tuhaf bir mutluluk yaşıyordu. Sandığı gibi zor olmamıştı. İyi olmadığını söyleyip durumu izah etmişti, koca göbekli patron da anlayış sayılabilecek tavırla hiç sıkıntı çıkarmadan vermişti izni. Tabii zorluk çıkarmamasında Cermen’in son günlerde düşmüş olan iş performansı da etkiliydi.
Genç ve güzel bir kadındı Carmenta uzun siyah saçları, beyaz teni, yeşilin koyu tonundaki gözleri ve ince bedeniyle oldukça zarif bir görünümü vardı. Bunun yanında hırslı ve azimliydi. İstediği birçok şeyi elde etmiş başarılı bir kadındı. Aslında yeterince de varlıklıydı, çalışmasına gerek olmayacak kadar miras kalmıştı ailesinden ve tek çocuktu. Anne, babasını trafik kazasında kaybetmişti. İyi hatırlıyordu küçük bir seyahatten dönüyorlardı, babasının kullandığı beyaz Cadillac karşıdan üstlerine doğru gelen siyah kamyonun altında kalmıştı. Kamyonun freni patlamış, kamyon şoförü telaşla Cadillac’ı görmeyerek direksiyonu çevirmiş sonrada toparlayamayıp çarpmıştı, geriye kalan siyah kamyon ve hurda yığınıydı. Kamyon şoförü kullandığı arcın avantajı olarak kazayı ölümcül olmayan kesiklerle atlatmıştı fakat karşısındaki hurda yığınını görünce paniğe kapıldı kaçmaya yeltendiğinde küçük kızın ağlamasını duydu. “ Uyan anne uyan lütfen !” diye inliyordu Carmenta kendi başından akan kana aldırmadan annesinin demir parçaları altından görünen kolunu tutup kanları bluzuyla silmeye çabalıyor, biryandan da hıçkırıklara boğuluyordu.
Şoför daha fazla dayanamayıp kızı hurda yığınının arasından çıkarıp kucağına aldı. Carmenta mucize eseri sayılabilecek şekilde ve aracın arka koltuğunda oturmasının verdiği şansla hayattaydı. Kamyon şoförü hemen ambulans çağırdı. Carmenta iri adamın kucağında haykırıyor, adamı tekmeliyor, “ Öldürdün onları, sen lanet olası katilsin, katilsin sen !” diye bağırıyordu. Sonunda yorgun düşüp bayıldı adamın kucağında. İri yarı kamyon şoförünün gözünden bir damla yaş aktı ve gözyaşı kucağında baygın yatan daha ondört yaşındaki küçük kızın başından akan kana karıştı.
Küçük kız gözlerini açtığında hastanede olduğunu fark etti fakat oraya nasıl geldiği hakkında tek bir fikri yoktu. Sadece artık yapayalnız olduğunu biliyordu. Anne ve babasının son halleri kanlı bir tablo gibi gözlerinin önünden gitmiyordu. Etraf kan gölünden farksız, demir parçaları arasında yüzleri görünmeyen anne ve baba, etrafa rendelenmiş buzlar gibi saçılmış cam parçacıklarının ay ışığındaki parıltısı. Bunlarla kombine edilmiş estetik sayılmayacak derecede kanlı olan tablo Carmenta’nın unutamayacağı kötü anılar sayfasının başlangıcı olarak kazınmıştı beynine.
Liseyi yatılı okudu mecburen. Daha sonra ailesiyle yaşadığı evi satıp yeni ev aldı kendine. Aile olarak yaşadıkları evde yalnız yaşamaya tahammül edemezdi. Hayata yeniden başlayacak pes etmeyecekti. Anne babası onu bir yerlerden izleyecekler üzülmeyecek, gurur duyacaklardı onunla.
Ve öyle de oldu. Eğer anne ve babası gerçekten onu izliyorlarsa gurur duyacakları şekilde yüksek öğrenimini de başarıyla bitirmiş ardından iş hayatına atılmıştı. İki yıldır severek çalıştığı büyük bir şirketteydi. Son bir aya kadar her şey yolundaydı fakat bu günlerde içinde bulunduğu tuhaf duygu durumlarla uğraşmaktan kendine gelemiyordu. Arkadaşının önerdiği terapi işe yaramamıştı. Psikologun verdiği rahatlatıcılarda uyuşukluk dışında bedeninde veya beyninde hiçbir etki yaratmamıştı.
Neyse ki iki haftadır kafasını kurcalayan izine çıkma sorunu da hallolmuştu, hem de sandığından çok daha kolay çözülmüştü. Kafasında büyütüp boşu boşuna kaygılanmıştı. Beklide kabusların sebebi uzun süredir stres yüklü oluşundandı, kendine vakit ayırmayalı epey olmuştu.
***
Ofisten çantasıyla ceketini alıp hemen sokağa attı kendini. Derin bir nefes alıp hızlı adımlarla yürümeye koyuldu. Hava güneşli, hafiften hissedilen ılık rüzgarla harmanlanmış belirgin bahar havasıydı. Birden durdu arabasını nereye park ettiğini düşündü, zorunda olamadıkça şirketin otoparkına park etmezdi caddenin sol karşısına park etmişti. Oysa şuan sağa yürüyordu ani hareketle geri döndü sola doğru yürüdü. Arabasını buldu aslında çoğu zaman buraya bırakırdı, dalgınlığı yüzünden nereye bıraktığını aramak zorunda kaldığına inanamayarak kendini aşağılar gibi gülüp arabaya bindi evinin yolunu tuttu.
Rahat yaşayabileceği büyüklükte pek gösterişli sayılmayan müstakil bir evi vardı. Yalnız yaşayan biri için biraz büyük sayılabilirdi ama yinede mütevazı türden mekandı.
Çantasından anahtarlarını çıkarıp kilide yerleştirdi ama anahtar çevrilmiyordu biraz daha zorlarsa kırılabilirdi. Yanlış anahtarla mı açmaya çalışıyorum diye düşünerek elindeki anahtarları kontrol etti. Elinde tuttuğu kedi figürlü, gümüş kaplama anahtarlığın ucunda dört anahtar sallanıyordu, büyük olanlardan biri garajın , diğer ikisi evin , küçük olansa posta kutusunundu, hayır doğru anahtardı evin kapısını açmaya çalıştığı fakat bu lanet olası kapının sorunu neydi ? Ümitsizce kapının tokmağını çevirdi kapı şaşkın bakışları arasında açılmıştı. Demek kilitlemeyi unutmuştu, kendine kızdı, söylenerek içeriye girdi; “ya hırsız girseydi ya da eli bıçaklıcani bir herif!” diye homurdanıyor biryandan da sahiden evde birinin olabileceği hissine kapılarak ürperiyordu. Hızlı hareketlerle evin odalarını dolaşmaya başladı, korunma içgüdüsüyle eline yemek masasının üstünde duran vazoyu almıştı , tüm odaları dolaştıktan sonra elindeki vazoyu yerine koyarken bu yaptığının aptalca olduğunu düşünerek kıkırdadı.” Paranoya başlangıcı olabilir küçük hanım biran önce kendine gelsen fena olmaz.”diyerek üst katta odasının yanındaki banyoya çıktı duşa girdi. Bir ara içinin ürpermesine neden olan tıkırtılar duymasına rağmen ılık su iyi gelmişti. Evin kapısını kilitlemeyi unuttuğu için eve birilerinin girme ihtimalini düşündüğünden, duştayken sesler duyduğunu sanmış olmalıydı çünkü her şey normal seyrindeydi.
Artık tek bir düşünce vardı kafasında, nereye gidip kafa dinleyecekti, daha yaz gelmemesine rağmen turizm şirketleri sezonu açmıştı aslında ama hiçbir yer ilgisini çekmiyordu. Bir taraftan da acaba yedi günlük iznimi evde yatarak, tembellik yaparak mı geçirsem diye düşünüyordu. Sonra vazgeçti o kadar ter dökmüştü bu izin için, yorgunluğuna rağmen boş boş geçirmeye hiç niyeti yoktu. Hem uzun süredir içinde, gitmesi gereken bir yer varmış gibi bir his dolaşıyordu ama nereye ?
Bir delilik yapmaya karar verdi böyle giderse kararsızlıktan evde tıkılıp kalacak koca yedi günü ziyan edecekti. Kitaplığının çekmecesinden yol haritasını aldı. Kalktığı koltuğuna geri dönüp oturdu, gözlerini kapatıp işaret parmağını haritanın kaygan yüzeyinde gezdirdi, kararı kesindi gözleri kapalı olarak seçtiği yere gidecekti. Hatta belki döndüğünde arkadaşlarına tatilini anlatırken şapşalca espri yaparak; “Gözüm kapalı seçtim gittim.” Deyip gülecekti. Parmağını haritanı üstünde gezdirirken suratında bu düşüncelerin eşlik ettiği çocukça gülümseme vardı. Sonunda parmağını sabitleyip durdu. Gözlerini açtı, yaşadığı şehirden çok da uzak sayılmayacak konumda bir yer seçmişti fakat daha önce adını duyduğunu hatırlamıyordu bu şehrin. Harita bilgisi iyi olmasına rağmen ilk kez adını okuyordu, tuhaf durumdu doğrusu , “demek sandığım kadar iyi harita bilgim yokmuş.” diye düşünüp eline siyah, gazlı kalemini alıp haritasını işaretledi. Kararını da verdiğine göre tamamdı her şey Stayx’e yarın gidiyordu.
GIPHY App Key not set. Please check settings