in ,

Vapur Günlükleri | Bahadır Eren

19.Şubat
Eski boğaz vapurlarının hüzünlü duman salan bacaları narin ve kırılgandır. Gece ışıklarını döküp denize sessizce giderken katlanmış halatları ve bayatlamış çayları içen yolcularıyla ben, yeni bir sigara yerleştiririm dudağıma. Işıkları yanmış evleri, kenar mahalleleri, ahşap evleri, kız kulesini, köprüleri yakarım. Bir sigara içimi gözlerin içimin acıdığı yerde. Ne çok yalan biriktirdim sana dair inandığım.
21.Şubat
Martlar gecenin koynuna çekilmiş ve bütün yakamozları bozarak geçiyorum denizin üstünden. Yeni yakamozlar yaratarak ölgün ışıklar altında bilmem kaç yapımı Haliç tersanesi, Paşabahçe vapurunda elimi ısıtan tek şekerli bir çay ile…12.Mart
Sen yağmur yağacağını düşünüyordun, ben usulca omzuna dokundum. Sen yüzüme bakıp sıcacık gülümsedin, ben ömrümce böyle gülemedim oysa. Cehennem ırmağı önümde uzanıyor ve ben Beatris ile konuşuyorum. Yok, biliyorum ama neden yüzü sana benziyor ve neden mavi bu su?
Dün içkimin hem hırsızı, hem bekçisiydim. Yağmurlu bir geceye alışmıştı yüreğim. Bir sürü şey anlattım sana, Allah’tan duymadın. Ağladığımda bana sarıldın. Haliç ışıltılar içinde yanıyordu, kiliseler, tramvaylar, mavnalar, ıslak sokaklar, papatyalar ve seni özledim yanımdayken. Nefretini büyütürken, aynadaki yansımama içim acıdı ve geceye inat soyundum soğuğa. Adın geldi dilime, gitmedi.

14.Nisan
Hava bahar ayına inat soğuktu ve ben, motordan inmiş soğuk ellerimi ısıtıyordum demli bir çay ile. Cihangir, deniz ile birlikte benden uzaklaşırken bir kaç martı, simit peşindeydi. Ben usulca ağlıyordum; peşinden gidemediğim için ve seni benden uzaklaştıran vapurlar için. Denizin ortasında durduk ve bir şilep geçti boğazı yararak. Işıkları yandı İstanbul’un ve sigaramı denize attım. Önce kendime küfrettim, sonra gittiğin vapurun bacasına. Çımasına, halatına, kamarotuna, çaycısına, kaptanına küfrettim. Hani gitmeseydin; Kadıköy bu kadar uzak olur muydu? Hani gitmeseydin; bu kadar küfür eder miydim ve gitmeseydin, bu koca denizde tek başıma kalır mıydım? Denize atar mıydım sigaramı kendimin yerine?

18.Nisan
Vapurun bir köşesine oturdum ve gece İstanbul’u seyrediyorum. Sen yoksun. Nereye gidiyorum ve ne kadar kısa bu yol? Ne kadar vaktim kaldı seninle olmak için? Dalgalar üzerimden geçiyor gibi ve habire yalpalıyorum. Rıhtımda vedalaşırken yüzüme dokundun ve gözlerime baktın. ”Oysa daha güzel olabilirdi” dedin. Bu eller ile yaratamadığım bir dünyanın bütün suçunu bana yükleyerek. Oysa çay hala 50 kuruş ve dalgalar arasında rüzgara inat yaşayabiliyor insan. Kocaman halatlar ile bağlıyorlar insanı bir iskeleye. Ben yüzüne bakıp mavi gözlerine gözlerimi kapadım. ”Bir İstanbul gecesi bu ve bundan daha güzel bir şey olamaz ki ömründe” dedim. Omzumdaki elini çekip turnikelere yönelirken.

3.Mayıs
Ellerimi tutmuştun ve başın omzumda, gecenin içinde gidiyorduk kız kulesinin yanından. Uyurmuş gibi yapıyordun ve birden kalkıp gözlerime baktın bir suçlu gibi. Oysa lodos saçlarının kokusunu getiriyordu bana ve vapur kıyıdan gidiyordu. ”Şimdi ne olacak?” diye sordun. Ne kadar çok cevabı var bu sorunun ve ne kadar belirsiz bu dünyada yaşanılanlar. Neyi açıklayabilirim sana ya da ne anlatabilirim yaşadıklarımıza dair. Susma hakkımı kullandım. Sadece güldüm bir cenazeye ağlar gibi. Sen başını boynuma sokup lodosun esmesini bekledin. Neden sonra geldi saçının kokusu. Kız Kulesi’ne baktım ışıltılar içinde ve yakamoz. Üsküdar’da bir dönme dolap vardı dönen ve sıkıca sarıldım sıcaklığına. Ne olursa olsun, artık mutluyum. Soruların şu an bir anlamı kalmadı.

15.Mayıs
Turnikelerden geçtiğimde gözlerini gördüm. Vapur kalkmak üzereydi ve her zamanki gibi geç kalmıştım. Neden bu telaş yüzündeki ve neden acelemiz? Sadece kısık bir sesle “Merhaba” dedin. Bense güldüm, adımlarımı hızlandırırken yarı kapanmış kapıya. Vapur uzun uzun öttü önce ve ellerin tutup vapura. Denizin içine, gözlerinin mavisine, demli çayın kokusuna. Çımacının elinde toplanmış halat ile yine ayrıldım, bu yakadan bir başka kıtaya gitmek için. Seninle gidecek bir yerim olduğunu bilemeden. Hava serin, montumu al; sıcacık gülümsedin. Ve insan nereye giderse gitsin, kendini götürüyor gittiği yere.

21.Haziran
Kocaman karanlık bir deniz içinde yüzüyorum gibi geliyor bana, gözlerimi kapattığımda. İskeleden ayrıldığımdan beri kokunu duyumsuyorum ve sen yoksun. Eski bir lodosun hatırlattığı sarhoş topal martı gibi dalgada kulaçlarım. Uçmayı öğrenemedim ya, ondan. Birazdan karşı kıyının camlarına buğular inecek ben ağlarken ve soğuktan titreyen elimdeki demsiz çayı koyacak yer bulamayacağım. Mavi gözlerin hep karşımda, sonrası palavra özlemenin. Sen yoksun ya bu vapurda ve düşünemiyorsam senden başka bireyleri, varsın bu vapur beni nereye götürürse götürsün.

Sevdiniz mi?

Yazar heybedar

Heybedar Dergisi Yazı İşleri

Bir cevap yazın

GIPHY App Key not set. Please check settings

Onmaz Bir Yara | Burcu Yücel

Kadın Yazarlar Romanlarını Neden Günlüğe Dönüştürür?